18 Mart Çanakkale Zaferinin Tarihteki ve Ulusal Yaşantımızdaki Yeri
GENEL:
3 KASIM 1914 – 18 MART 1915 tarihleri arasında Çanakkale Boğazı’nda cereyan eden bir seri deniz savaşlarıyla GELİBOLU yarımadasında 25 NİSAN 1915-8/9 OCAK 1916 tarihleri arasında yapılan kara savaşları Türk tarihinin en şerefli sayfalarını dolduran birer zafer destanıdır.ÇANAKKALE’nin deniz ve kara savaşları; Türk Ulusal tarihinin 1800’lü yıllarının hemen çoğunluğunda görülen yenilgilerden sonra askeri ve siyasal varlığını bir kez daha kanıtladığı savaşlardır.Harp tarihine bakıldığında askeri zaferlerin daima taarruzi bir harekatın sonunda kazanıldığı görülür. Çanakkale savaşları ise savunan orduların taarruz edenleri yenilgiye uğratmış olduğu, hemen tek örnektir.ÇANAKKALE SAVUNMASI : Öz yurdunu korumak için şahlanan yaralı bir ulusun, sayı ve maddi açılardan üstünlüğü tartışılmaz olan düşmanlarını yenerek, onları felce uğrattığı bir savaştır. Bu durumuyla dünya harp tarihlerine geçmiş ve Türk tarihine de altın harflerle yazılıp Türk’ün kahramanlık ve şeref abidesi olmuştur.Bu zaferler, büyük Türk Ulusuna Atatürk gibi dahi bir lider hediye etmiştir. Mustafa Kemal’in Anafartalarda parlayan yıldızını 18 MART’ın şafağı aydınlatmış, bu zafer, Türk’e, öz benliğini ulusal kimliğini bulma yolunu göstermiş, Türk bağımsızlık savaşının temelleri ÇANAKKALE’nin sularında ve Conk Bayırı’nda atılmıştır.18 MART Çanakkale Zaferi, Anafartalar yangınının bir kıvılcımıdır. Mustafa Kemal Atatürk’ün tarihe geçen ilk kahramanlığı 18 MART’ın beşiğinde doğmuş; bu şahsiyet, Sakaryalarda şahlanmış, Dumlupınar’da Türk’ün kaderini değiştirmiş 9 EYLÜL 1922’de Ulusumuzu dünya uluslararasındaki şerefli mevkiye yükseltecek son zaferi kazanmıştır. Bu olayların moral dayanağım kuşkusuz ÇANAKKALE’ler oluşturmuştur.Çanakkale savaşları ve kazanılan zaferler; Türk kurtuluş ve bağımsızlık savaşına maya çalmış; ulusal bilinci ve ulusal ruhu yeniden ateşlemiş ve Türklük, tarihteki şanlı ve seçkin yerini böylece almıştır. İstiklal Savaşımızın temelinde böylesine muhteşem zaferler bulunmasaydı, 19 MAYIS 1919’un ufkunda Mustafa Kemal Paşa belki gene doğabilirdi ama ulus; onu Anafartalar Kahramanı, İstanbul’a düşmanın girmesini önleyen komutan olarak ÇANAKKALE’den tanımasaydı acaba etrafında toplanıp kısa sürede kenetlenmesi o kadar kolay olabilir miydi.Bu bakımdan ÇANAKKALE; Türk ulusal tarihinin akışı içinde çok önemli bir yere sahip olmakla beraber, Birinci Dünya Savaşı sonrasında yeniden biçimlenen Dünya ve bu dünyada ki siyasal rejim sistemlerinin yeniden şekillenmesi; siyasal sınırların yeniden çizilmesi ve dönemin üç büyük imparatorluğunun (Avusturya-Macaristan, Osmanlı ve Rus Çarlık İmparatorlukları) yıkılarak yeni yeni ulusal devletlerin tarih sahnesine çıkışı ile de bu zaferin yakın ilişkisi vardır. Şunu da belirtmeliyim ki, bu zaferler Rus Çarlığı’nın yıkılmasına neden olduğu için yukarıda sıraladığımız etkileri göstermiştir. Eğer Çanakkale’de kazanılan Zaferler, Birinci Dünya Savaşı’nın diğer cephelerinde de devam etse idi ve Almanya ile birlikte ya da sadece Osmanlı imparatorluğu olarak savaştan galip çıksaydık, Dünya’nın rengi, şekli ve siyasi sının, kuşkusuz daha başka olurdu.Çanakkale Savaşları; Balkan Harbi’nin bütün Türk Ulusu’nun ruhunda ve benliğinde açtığı derin yaranın ve utanç duygusunun kesin şekilde tedavisini sağlamış, en önemlisi de yukarıda değindiğim gibi Atatürk’ün Türk Ulusu ile birlikte bütün bir.cihan tarafından tanınmasını sağlamıştır.Atatürk’ün, Kurtuluş Savaşımızdaki muzaffer kılıcının çeliğine su veren ÇANAKKALE Savaşları olmuştur. Şurası da bir gerçektir ki Çanakkale’de devam eden deniz ve Kara harekât ve savaşlarını birbirinden ayırarak incelemek doğru olamaz. Bu her iki savaş bir biriyle iç içedir ve biri diğerinin tamamlayıcısıdır. Bu husus gözden uzak tutulmamalıdır.Rus Çarı II. Nikola’nın 1815 tarihinde “Hasta Adam” ismini taktığı Osmanlı İmparatorluğu’nun müzminleşen hastalığına daha 1906 yılında ilk isabetli tanıyı koyan Yzb. Mustafa Kemal, Ulusu’nun asıl cevherini; 1915’de Conk Bayırı’nın, Anafartalar’ın ve An Burnu’nun kan ve can pazarında çok yakından tanımak fırsatını bulmuştur. M. Kemal, Ulusuyla kan deryası içerisindeki ÇANAKKALE’de bu derece yakından tanışmamış olmasaydı Birinci Dünya Savaşı sonunda maddi ve moral gücünü hemen hemen tümden yitirmiş bir milletin başına geçip İstiklal Savaşımızı zaferle noktalayacağına acaba kesin inanç duyabilir miydi?Bu nedenledir ki 18 MART’ı izleyen Çanakkale’deki kara savaşlarında kazandığı zaferiyle Türk Ulusu’nun 5000 yıllık tarih sahnesinden silinip gidemeyeceğini kendisi de şahsen idrak etmiş ve bunu bütün dünyaya İstiklal Savaşı’yla da kanıtlamıştır.Daha sonra ki yıllarda inandığı ve güvendiği ulusunun baş komutanı olarak Türklüğün yaşam kudretini bir barış çelengi olarak kılıcının ucunda Ege’nin sularına bırakmaya muvaffak olmuştur.Bu tarihi nedenlerle 18 MART’ı anlatırken:– Tarih bilen Yb. Mustafa Kemal,– Çarlığın yıkılışını hazırlayan Alb. Mustafa Kemal,– Tarih yapan Mustafa Kemal,– Tarih yazan Mareşal Mustafa Kemal,– Çağdaş Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin kurucusu Atatürk’ten söz etmezsek, genel tarih içerisinde 18 MART ve Çanakkale Zaferlerinin; Bir ulusun, sadece kahramanlık hikayesinden öte hiç bir önemi kalmayacaktır.18 MART Zaferi, düşman donanmalarının 1915 yılı başlarında İstanbul’a girmelerini ye İmparatorluğun daha o yıl içinde çökertilmesini önleyen çok büyük ve tarihi bir zaferin ilk raundu olmuştur.ÇANAKKALE’nin kara savaşlarında kazanılan zafer ise Osmanlı İmparatorluğu’nun 30 EKİM 1918 MONDROS ateşkesine kadar ayakta kalmasını sağlayan ve Birinci Dünya Savaşı’nın en az iki yıl daha uzamasına neden olarak dünya tarihini etkileyen İkinci raundunu teşkil etmiştir.Eğer ÇANAKKALE’deki zaferler kazanılmasaydı, Osmanlı İmparatorluğu’nun başkenti İstanbul, Birinci Dünya Savaşı’nın hemen birinci yılı sonunda İTİLAF Devletlerince işgal edilmiş, böylece Rus Çarlığı, müttefiklerinin yardımlarına en kısa yoldan kavuşmuş olacak ve Almanya’nın yenilgisi daha da çabuklaşarak Rusya’da 1917 BOLŞEVİK ihtilali muhtemelen gerçekleşmeyecekti.18 MART’ın ve onu izleyen ÇANAKKALE kara savaşlarının zaferleri, ulusal tarihimizi ve dünya tarihini etkileyen önemi ve rolü bu noktalarda toplanmaktadır.Bu savaşları yürüten bütün Türk Komutanları kahraman erleriyle omuz omuza çarpışırken, hiç kuşkusuz Murad-ı Hüdavendigârları, Hacı îl Beyleri, Lala Şahin ve Timurtaş Paşaları ve Evranos Beylerin ruhlarını kendi yanı başlarında duyarak savaşmışlardır.Savaşırken tarihini düşünen, tarihini düşünürken savaşan Türk Ordusu ve onun seçkin komutanları; ÇANAKKALE Boğazı’nı kırık bir salla geçip Türk Sancağını ilk kez bu topraklara 1356 yılında diken Gazi Süleyman Paşa’nın ilk ayak bastığı NAMAZTEPE’den kendilerini seyrettiğini görür gibi duyarlardı.Bir tek güne sığdırıldığı halde yüzyıllara hükmeden zaferlere ancak Türk Harp tarihlerinde rastlanabilir. İşte 18 MART Zaferi de yüzlerce yıldan beri Türk tarihinde gördüğümüz, MALAZGİRT, OTLUKBELİ, NİĞBOLU, MOHAÇ, KO-SOVA-RİDANİYE, ÇALDIRAN, PREVEZE ve nihayet DUMLUPINAR gibi meydan savaşlarında kazınılan Türk zaferlerinden birisidir ve bu zaferin kazanılması 20. Yüzyılın tüm siyasal olaylarına yön vermiştir.
3 KASIM 1914 – 18 MART 1915 tarihleri arasında Çanakkale Boğazı’nda cereyan eden bir seri deniz savaşlarıyla GELİBOLU yarımadasında 25 NİSAN 1915-8/9 OCAK 1916 tarihleri arasında yapılan kara savaşları Türk tarihinin en şerefli sayfalarını dolduran birer zafer destanıdır.ÇANAKKALE’nin deniz ve kara savaşları; Türk Ulusal tarihinin 1800’lü yıllarının hemen çoğunluğunda görülen yenilgilerden sonra askeri ve siyasal varlığını bir kez daha kanıtladığı savaşlardır.Harp tarihine bakıldığında askeri zaferlerin daima taarruzi bir harekatın sonunda kazanıldığı görülür. Çanakkale savaşları ise savunan orduların taarruz edenleri yenilgiye uğratmış olduğu, hemen tek örnektir.ÇANAKKALE SAVUNMASI : Öz yurdunu korumak için şahlanan yaralı bir ulusun, sayı ve maddi açılardan üstünlüğü tartışılmaz olan düşmanlarını yenerek, onları felce uğrattığı bir savaştır. Bu durumuyla dünya harp tarihlerine geçmiş ve Türk tarihine de altın harflerle yazılıp Türk’ün kahramanlık ve şeref abidesi olmuştur.Bu zaferler, büyük Türk Ulusuna Atatürk gibi dahi bir lider hediye etmiştir. Mustafa Kemal’in Anafartalarda parlayan yıldızını 18 MART’ın şafağı aydınlatmış, bu zafer, Türk’e, öz benliğini ulusal kimliğini bulma yolunu göstermiş, Türk bağımsızlık savaşının temelleri ÇANAKKALE’nin sularında ve Conk Bayırı’nda atılmıştır.18 MART Çanakkale Zaferi, Anafartalar yangınının bir kıvılcımıdır. Mustafa Kemal Atatürk’ün tarihe geçen ilk kahramanlığı 18 MART’ın beşiğinde doğmuş; bu şahsiyet, Sakaryalarda şahlanmış, Dumlupınar’da Türk’ün kaderini değiştirmiş 9 EYLÜL 1922’de Ulusumuzu dünya uluslararasındaki şerefli mevkiye yükseltecek son zaferi kazanmıştır. Bu olayların moral dayanağım kuşkusuz ÇANAKKALE’ler oluşturmuştur.Çanakkale savaşları ve kazanılan zaferler; Türk kurtuluş ve bağımsızlık savaşına maya çalmış; ulusal bilinci ve ulusal ruhu yeniden ateşlemiş ve Türklük, tarihteki şanlı ve seçkin yerini böylece almıştır. İstiklal Savaşımızın temelinde böylesine muhteşem zaferler bulunmasaydı, 19 MAYIS 1919’un ufkunda Mustafa Kemal Paşa belki gene doğabilirdi ama ulus; onu Anafartalar Kahramanı, İstanbul’a düşmanın girmesini önleyen komutan olarak ÇANAKKALE’den tanımasaydı acaba etrafında toplanıp kısa sürede kenetlenmesi o kadar kolay olabilir miydi.Bu bakımdan ÇANAKKALE; Türk ulusal tarihinin akışı içinde çok önemli bir yere sahip olmakla beraber, Birinci Dünya Savaşı sonrasında yeniden biçimlenen Dünya ve bu dünyada ki siyasal rejim sistemlerinin yeniden şekillenmesi; siyasal sınırların yeniden çizilmesi ve dönemin üç büyük imparatorluğunun (Avusturya-Macaristan, Osmanlı ve Rus Çarlık İmparatorlukları) yıkılarak yeni yeni ulusal devletlerin tarih sahnesine çıkışı ile de bu zaferin yakın ilişkisi vardır. Şunu da belirtmeliyim ki, bu zaferler Rus Çarlığı’nın yıkılmasına neden olduğu için yukarıda sıraladığımız etkileri göstermiştir. Eğer Çanakkale’de kazanılan Zaferler, Birinci Dünya Savaşı’nın diğer cephelerinde de devam etse idi ve Almanya ile birlikte ya da sadece Osmanlı imparatorluğu olarak savaştan galip çıksaydık, Dünya’nın rengi, şekli ve siyasi sının, kuşkusuz daha başka olurdu.Çanakkale Savaşları; Balkan Harbi’nin bütün Türk Ulusu’nun ruhunda ve benliğinde açtığı derin yaranın ve utanç duygusunun kesin şekilde tedavisini sağlamış, en önemlisi de yukarıda değindiğim gibi Atatürk’ün Türk Ulusu ile birlikte bütün bir.cihan tarafından tanınmasını sağlamıştır.Atatürk’ün, Kurtuluş Savaşımızdaki muzaffer kılıcının çeliğine su veren ÇANAKKALE Savaşları olmuştur. Şurası da bir gerçektir ki Çanakkale’de devam eden deniz ve Kara harekât ve savaşlarını birbirinden ayırarak incelemek doğru olamaz. Bu her iki savaş bir biriyle iç içedir ve biri diğerinin tamamlayıcısıdır. Bu husus gözden uzak tutulmamalıdır.Rus Çarı II. Nikola’nın 1815 tarihinde “Hasta Adam” ismini taktığı Osmanlı İmparatorluğu’nun müzminleşen hastalığına daha 1906 yılında ilk isabetli tanıyı koyan Yzb. Mustafa Kemal, Ulusu’nun asıl cevherini; 1915’de Conk Bayırı’nın, Anafartalar’ın ve An Burnu’nun kan ve can pazarında çok yakından tanımak fırsatını bulmuştur. M. Kemal, Ulusuyla kan deryası içerisindeki ÇANAKKALE’de bu derece yakından tanışmamış olmasaydı Birinci Dünya Savaşı sonunda maddi ve moral gücünü hemen hemen tümden yitirmiş bir milletin başına geçip İstiklal Savaşımızı zaferle noktalayacağına acaba kesin inanç duyabilir miydi?Bu nedenledir ki 18 MART’ı izleyen Çanakkale’deki kara savaşlarında kazandığı zaferiyle Türk Ulusu’nun 5000 yıllık tarih sahnesinden silinip gidemeyeceğini kendisi de şahsen idrak etmiş ve bunu bütün dünyaya İstiklal Savaşı’yla da kanıtlamıştır.Daha sonra ki yıllarda inandığı ve güvendiği ulusunun baş komutanı olarak Türklüğün yaşam kudretini bir barış çelengi olarak kılıcının ucunda Ege’nin sularına bırakmaya muvaffak olmuştur.Bu tarihi nedenlerle 18 MART’ı anlatırken:– Tarih bilen Yb. Mustafa Kemal,– Çarlığın yıkılışını hazırlayan Alb. Mustafa Kemal,– Tarih yapan Mustafa Kemal,– Tarih yazan Mareşal Mustafa Kemal,– Çağdaş Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin kurucusu Atatürk’ten söz etmezsek, genel tarih içerisinde 18 MART ve Çanakkale Zaferlerinin; Bir ulusun, sadece kahramanlık hikayesinden öte hiç bir önemi kalmayacaktır.18 MART Zaferi, düşman donanmalarının 1915 yılı başlarında İstanbul’a girmelerini ye İmparatorluğun daha o yıl içinde çökertilmesini önleyen çok büyük ve tarihi bir zaferin ilk raundu olmuştur.ÇANAKKALE’nin kara savaşlarında kazanılan zafer ise Osmanlı İmparatorluğu’nun 30 EKİM 1918 MONDROS ateşkesine kadar ayakta kalmasını sağlayan ve Birinci Dünya Savaşı’nın en az iki yıl daha uzamasına neden olarak dünya tarihini etkileyen İkinci raundunu teşkil etmiştir.Eğer ÇANAKKALE’deki zaferler kazanılmasaydı, Osmanlı İmparatorluğu’nun başkenti İstanbul, Birinci Dünya Savaşı’nın hemen birinci yılı sonunda İTİLAF Devletlerince işgal edilmiş, böylece Rus Çarlığı, müttefiklerinin yardımlarına en kısa yoldan kavuşmuş olacak ve Almanya’nın yenilgisi daha da çabuklaşarak Rusya’da 1917 BOLŞEVİK ihtilali muhtemelen gerçekleşmeyecekti.18 MART’ın ve onu izleyen ÇANAKKALE kara savaşlarının zaferleri, ulusal tarihimizi ve dünya tarihini etkileyen önemi ve rolü bu noktalarda toplanmaktadır.Bu savaşları yürüten bütün Türk Komutanları kahraman erleriyle omuz omuza çarpışırken, hiç kuşkusuz Murad-ı Hüdavendigârları, Hacı îl Beyleri, Lala Şahin ve Timurtaş Paşaları ve Evranos Beylerin ruhlarını kendi yanı başlarında duyarak savaşmışlardır.Savaşırken tarihini düşünen, tarihini düşünürken savaşan Türk Ordusu ve onun seçkin komutanları; ÇANAKKALE Boğazı’nı kırık bir salla geçip Türk Sancağını ilk kez bu topraklara 1356 yılında diken Gazi Süleyman Paşa’nın ilk ayak bastığı NAMAZTEPE’den kendilerini seyrettiğini görür gibi duyarlardı.Bir tek güne sığdırıldığı halde yüzyıllara hükmeden zaferlere ancak Türk Harp tarihlerinde rastlanabilir. İşte 18 MART Zaferi de yüzlerce yıldan beri Türk tarihinde gördüğümüz, MALAZGİRT, OTLUKBELİ, NİĞBOLU, MOHAÇ, KO-SOVA-RİDANİYE, ÇALDIRAN, PREVEZE ve nihayet DUMLUPINAR gibi meydan savaşlarında kazınılan Türk zaferlerinden birisidir ve bu zaferin kazanılması 20. Yüzyılın tüm siyasal olaylarına yön vermiştir.
18 MART ÖNCESİ DÜNYA OLAYLARI
1914 yılında SARAYBOSNA’da çakan bir kıvılcım, kısa sürede
bütün dünyayı kan ve ateşe boğmuş, çıkarları ve yararlan birbirine zıt düşen
Avrupa Devletleri iki bloka ayrılmış, bir yanda İNGİLTERE ve FRANSA ile ona
katılanlara “İTİLAF DEVLETLERİ” denilmiş, diğer yanda bir araya gelen ALMANYA
ve AVUSTURYA ve OSMANLI DEVLETLERİNDEN oluşan gruba da “İTTİFAK DEVLETLERİ”
ismi verilmiş ve bu iki tarafa, savaşın gelişmesine paralel olarak daha bir çok
devletler katılmak suretiyle başlayan savaş, dünyanın dört bucağına yayılmış,
bu nedenle de savaşın ismine “Birinci Dünya Harbi” denilmiştir’.Birbirlerinin
gırtlağına sarılan bu iki tarafın bütün olarak ve yetenekleriyle giriştikleri
çatışmalara din, dil, renk ve milliyetleri birbirine uymayan milyonlarca insan
da katılmış ve bu iki büyük blokun başını çekenlerin çıkarları uğruna dört yıl
süre ile kıyasıya çarpışmışlardır.Bu büyük savaşta toplam 658 adet tümen savaş
alanlarına sürülmüş, 65 Milyon kişi silah altına alınmıştır. Toplam zayiat
yaklaşık 9-10 milyona varmış, milyonlarca halk göçebe durumuna düşürülmüştür.
Osmanlı Devleti’nin Durumu:Birinci Dünya Savaşı başladığı
zaman Osmanlı Hükümeti ard ardına girdiği, her birinde zararla, toprak kaybı ve
yenilgilerle çıktığı savaşların yorgunluğunu henüz gidermek ve ordusunu yeniden
organize etmekle meşguldü. Bu iş için de Almanya’dan bir askeri yardım heyeti
çağrılmış, Savaşa katılmak istemeyen Osmanlı Hükümeti tarafsız kalmaya karar
vermişti. Ne var ki, İstanbul’daki Alman Sefareti ile Alman Askeri Misyonu,
Türkleri kendi saflarında savaşa sokmak için var güçleriyle
çalışıyorlardı.İTİLAF Devletleri ise müttefikleri olan Ruslarla karşılıklı
yardımlaşabilmek, ve Rusya’nın ihtiyaç duyduğu lojistik desteği onlara
ulaştırabilmek için Türk Boğazlarına gereksinim duyuyorlardı. Bunun için de
ÇANAKKALE ve İSTANBUL Boğazlarının kendi kontrollerinde bulunması gerekmekte
idi.Kuşkusuz bunun en uygun çözümü Osmanlıları kendi ittifaklarına almaktı. Ama
daha önce Avrupa devletleri arasında yapılan çeşitli konferanslar ve
kongrelerle İstanbul Boğazı’nın Rus Çarlığına bırakılması konusunda sözler
verilmişti. Ayrıca Çar II. NİKOLA’nın isimlendirdiği “BOĞAZIN HASTA ADAMI”
ölmek üzereydi ve Düveli Muazzama (Büyük Devletler) Osmanlı mirasını paylaşmaya
kararlıydılar. Bunun için de daha 1815 Viyana Kongresinde “Şark Meselesi”
ortaya atılmıştır. Bu mesele, Osmanlı İmparatorluğu’nun paylaşılarak
Avrupa’dan, Balkanlar’dan atılıp Anadolu’ya tıkılması ve ilk fırsatta da
buradan sürülüp atılmasını öngören politikanın kısa adı idi. Bu nedenle Şark
Meselesi Osmanlı’yı kendi ittifaklarının dışında tutmalarını gerekli
kılıyordu.Osmanlı yöneticileri, Rus Çar’ı Deli Petro’nun 1725 yılındaki meşhur
vasiyetnamesiyle ortaya koyduğu “Sıcak Denizlere İnme Siyasetini” yakından
biliyorlardı. O dönemde Ruslar henüz Baltık Denizi’ne, Azak ve Karadeniz’e bile
çok uzak iken ortaya attıkları bu siyaset sonrasında hızlanan Türk-Rus
Savaşlarıyla uğradıkları zararları gözde tutan Osmanlılar, İTİLAF Devletlerinin
ya da Rusların kendilerine saldırma ihtimalini oldukça yüksek görüyorlardı: Bu
kuşkular ve bu nedenlerle Osmanlı Hükümeti, 2 AĞUSTOS 1914 günü silahlı
tarafsızlık halinde bulunmak üzere SEFERBERLİK İLAN ETMİŞTİR. ALMANYA 5 AĞUSTOS
günü savaşa katılmış bulunuyordu.Dünyanın yoksul ülkeleri, Batı Avrupa
Devletleri ile Rusya tarafından geçen yüzyılda sömürgeleştirilirken Almanya bu
yağmadan pay alamamıştır. Bu nedenle 1900’lü yılların başından beri ALMANYA
kıpırdanıp durmaktaydı. Bu kıpırdanış sırasında dirsekleri, bir yandan Rusya’ya
diğer yandan da FRANSA ve İNGİLTERE’nin böğrüne batıyordu. Yeni hayat
sahalarına kavuşması için bu devletlerle savaşmaktan başka çaresi yoktu o da
öyle yaptı ve savaşın kızgın kazanının altına benzin dökerek içine atladı.Bu
sırada Osmanlılar tarafında bazı olaylar cereyan etmeye başlamıştır. Birinci
Dünya Savaşı’ndan önce Osmanlı Hükümeti’nin İngiltere’ye sipariş ettiği ve
yapımları bitmek üzere olan iki savaş gemisine “REŞADİYE ve SULTAN OSMAN”
İNGİLTERE kendi yasaları uyarınca el koymuş gemileri veya paralarını savaş
sonrasında verebileceğini Osmanlılara bildirmişti.Bu sırada 10 Ağustos 1914
günü sabahının saat 07.00’de her halleri ile helecanlı ve telaşlı oldukları
gözlenen iki Alman Kruvazörü (GOBEN ve BRES-LAU) Akdeniz’de rastladıkları
düşman donanmasının takibinden kaçarak gözleri arkada olduğu halde tam yolla
kara sularımıza girmiş, ÇANAKKALE Boğazı’nın Ege’ye açılan kapısını sabırsızlıkla
çalmaya başlamışlardır. Sığınma talep ediyorlardı. Bu iki geminin ÇANAKKALE
Boğazı’nda beklemekte olduklarını İstanbul’daki bir Alman subayından öğrenen ve
o zamanın tam bir diktatörü sayılan Enver Paşa kabine arkadaşlarına bile
danışmaya gerek görmeden kısaca “BIRAKIN GİRSİNLER” demiş. Türk’ün
civanmertliğine sığınan bu iki Tanrı misafiri mülteciye bu şekilde müsaade
edilmiş ve içeriye alınmışlardır.Bu iki gemi; hem itilâf devletlerinden gelecek
tepkiyi durdurmak, hem de REŞADİYE ve SULTAN OSMAN zırhlılarının yerine
konulmak üzere hemen ALMANYA’dan satın alınıp, gönderlerine Türk Bayrağı
çekilmiş ve bordalarına da Yavuz ve Midilli isimleri yazılarak Türk
Donanması’na katılmıştı. Ancak bu iki geminin boğazdan içeri girişlerinden
hemen dört saat sonra Çanakkale Boğazı’nın ağzına yanaşan İngiliz zırhlıları,
Alman kruvazörlerinin içeri alınıp alınmadıklarını sormaya başlamışlardır. Ne
var ki, kendisine sığınanı kendinden bir parçaymış gibi kabullenen Türk’ün
onlara memnun olacakları bir cevap vermesi olanaksızdı.İngilizler çaresiz
BOZCAADA açıklarına çekilerek Boğaz’ı gözetlemeye koyulmuşlardır. İngiltere’nin
gasp ettiği iki zırhlımıza karşılık Tanrı misafiri iki Alman kruvazörünün
gelişi Türk Halkı tarafından sevinçle karşılanmıştır. Yalnız, Hükümet bir hata
yapmış bunların ismini değiştirmekle beraber, personelini olduğu gibi
yerlerinde bırakmış, sadece kıyafetleri değiştirilip mürettebatın başına fes
giydirmekle de yetinilmeyerek Filonun Komutanı Amiral ŞOSON bütün Türk
Donanması’nın da başına getirilmiştir.İNGİLTERE, kılıfına uydurulan bu satın
alma işlemlerini tanımadığını bildirerek, ÇANAKKALE Boğazı’nı abluka altına
almıştır. Buna karşılık Osmanlı Hükümeti de İtilaf Devletlerinin bütün savaş ve
ticaret gemilerine Boğazlan kapatmıştır. Böylece savaşın kanlı eli Osmanlı
İmparatorluğu’nun kapısındaki tokmağa yapışmış ve ağır ağır çalmaya
başlamıştı.ALMAN Amirali SASON, hükümeti zorluyor. Karadeniz’e çıkıp donanmaya
tatbikat yaptırmak için ısrarla izin istiyordu. Bunda haksız da sayılmazdı.
Çünkü Alman askeri heyeti Osmanlı Ordusu’nun teşkilatlanmasına ve eğitilmesine
resmen memur edilmişti. Diğer yandan da AĞUSTOS içinde Almanlar Osmanlı
Hükümeti ile gizli bir ittifak anlaşması yapmış olmasına rağmen Osmanlı
Hükümeti yine de savaşa fiilen girmeye hiç de niyetli değildi.Almanya, iki
cephede vuruşmaya mecbur olduğu bu savaşta İNGİLİZ, FRANSIZ ve RUS
cephelerindeki kuvvetlerine düşman baskısını azaltmak amacıyla bunları Osmanlı
cephelerine nasıl kaydırabileceğinin hesaplarını yapmaktaydı. Osmanlılara
Kafkaslar’da, Balkanlar’da ve Ortadoğu’da yeni yeni cepheler açtırabilirse,
Almanya, düşmanlarım Türklerin üstüne saldırtarak onların baskılarını
hafifletebilirdi. Alman Sefareti ile Türk Ordusundaki bütün Alman
komutanlarının da çabalan bu idi..Amiral SASON 27 Ekim 1914 günü sadece Enver
Paşa’nın bilgisi içinde, hükümetin izni dışında donanmayı Karadeniz’e çıkardı.
Başta Odesa olmak üzere bir kısım Rus limanlarını bombardıman edip birkaç Rus
gemisini de batırdı.Bu olay üzerine zaten bahane bekleyen Ruslar hiçbir görüşmeye
yanaşmaksızın 1 KASIM 1914 günü Osmanlı Devleti’ne savaş ilan ederek orduları
ile Doğu Anadolu’da Türk sınırlarını aştılar.
Savaştığımız Cepheler:Birinci Dünya Savaşı’na bu şekilde
katılan Osmanlı Devleti, kendi ülkesinin 6 ayrı cephesinde (KAFKAS, IRAK,
SURİYE, MISIR, HİCAZ, ÇANAKKALE cephelerinde) hemen hemen aynı zamanda
çarpışmış, ayrıca sınırları dışında da Avusturya’nın GALİÇYA’sında ve
Balkanların MAKEDONYA cephesinde olmak üzere iki ayrı cephede üç Türk kolordusu
ile devletimize hiç bir yararı olmayan ancak Almanların yararına olan savaşlar
yaptık. Osmanlı Devleti, Türk Ulusu’nun ve onun kahraman askerinin kanını,
devletine hiç bir yarar sağlamayan bu sekiz cephede sular gibi akıtmıştır.Bu
ümitsiz savaşın nasıl bir sonuca varacağını Osmanlı Ordusunda ilk gören kişi
Mustafa Kemal olmuştur. Görüşlerini Başkomutan Vekili Enver Paşa’ya çeşitli kez
sözlü ve yazılı raporlarıyla bildirmiş olmasına rağmen; Hırsı, aklına hakim
olan Enver Paşa doğruları kavrayamamış ve kendisine önerilen düşüncelere itibar
göstermeyerek sonuçta İmparatorluğun batmasına sebep olmuştur. Belki de sırf bu
nedenle Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin kuruluşuna imkan yarattığı için Enver
Paşa’yı hayırla yad etmek gerekir.1912’de Balkanlar’daki eyaletlerimizin
çapulcu komitacıları karşısında becerisizlik şaheserleri yaratarak, ağır
yenilgiye uğrayan Osmanlı Ordusu, Birinci Dünya Savaşı’nda dostunu, düşmanını
şaşkınlığa uğratacak derecede kahramanca başarılı savaşlar vermiş, ve orduları
hemen hiçbir cephede kesin yenilgiye uğramadıkları halde müttefiklerimizin
yenilmesiyle birlikte MONDROS Ateşkesi’ni kabule mecbur kalınmıştır.Doğuda Rus
taarruzunun başlamasıyla savaşa giren Osmanlı Padişahı 16 KASIM 1914 günü
“Cihad-ı mukaddes” ilan etmiş ise de Osmanlı’nın siyasi sınırları içerisinde ve
dışarısındaki Müslüman ülke ve halklarından destek görülemediği gibi savaşın
daha ileri aşamalarında da düşmanlarımızın saflarında yer alarak; başında
İslam’ın halifesi olan (Halife-i Rey-u Zemin ve Zillullah-ı Fil âlem) yani
yeryüzünde Peygamberin halifesi ve Allah’ın gölgesi denilen Osmanlı Devleti’ne
karşı isyan edip savaşmışlardır.Asıl konumuz olan 18 Mart ÇANAKKALE Savaşı’ndan
önceki olayların çok kısa bir özetini böylece yaptıktan sonra BOZCAADA
açıklarında beklemekte olan İngiliz ve daha sonra onlara katılan Fransız
gemilerinin girişeceği Boğaz Savaşı’na geçebiliriz.
18 MART ÇANAKKALE SAVAŞINI’NAÇILIŞ NEDENLERİ:Birinci Dünya
Savaşı başladığında ALMANYA, Orta Avrupa’daki pozisyonuyla İtilaf Devletlerine
dahil olan Rusya ile İngiltere ve Fransa’nın direkt irtibatını kesmiş
bulunuyordu. Savaşın başarısı, İtilaf cephelerinin birbirleriyle etkin bir
şekilde yardımlaşmasına bağlı idi.İtilaf devletlerinin savaşı kısa sürede
bitirebilmesi, Rusya’nın da güçlü bir şekilde Doğu Avrupa Cephesi’nde Almanlara
karşı savaşmasıyla mümkündür. Ancak batının yardımı olmaksızın Rusya bu gücü
gösterememekte idi. Bu durumda Rusya’daki ham maddelerin batıya ve batının
mamul maddelerinin Rusya’ya ulaştırması için çareler aranmalıydı.Bunun için
dört yol vardı.1 – Baltık Denizi Yolu, Almanların kontrolü altındadır.2 –
Avrupa üzerinden Rusya’ya ulaşmak. Almanlar bu cepheyi tamamen kapatmaktaydı.3
– Kuzey Kutup deniz yolu. Kuzey denizi yılın 9-10 ayında buzlarla kaplıdır.
Geçit vermez.4 – Londra’yı, Odesa’ya bağlayan en yumuşak yol, ÇANAKKALE ve
İSTANBUL Boğazlan yolu görünmekteydi. O halde boğazları zorlayarak açmak,
RUSYA’ya yardımları ulaştırmak için tercih edilmeliydi.Bu cephenin açılmasına
neden olan diğer hususları şöylece sıralamak mümkündür.– Türkiye’nin SÜVEYŞ
Kanalı ve dolayısla Hint Denizi yolu üzerindeki baskılarına son vermek.– Savaşa
katılmakta tereddüt gösteren BULGARİSTAN’I, ALMANYA’ya kaptırmadan İtilaf
Devletlerinin yanında savaşa sokmak.– İSTANBUL’U zapt ederek Müslüman dünyasını
etki altına almak ve Halife’nin ilan ettiği Cihad-ı Mukaddes’i tesirsiz kılarak
İslam dayanışmasını çökertmek.– Almanların 1915 baharında yapacağını
hesapladıkları Büyük Taarruz için, bu devletin dikkatini ÇANAKKALE’ye çekerek
Avrupa cephesinden buraya kuvvet kaydırmalarını sağlamak.– Aralık-1914’te Türk
Ordularının giriştiği Sarıkamış harekatından, telaşa kapılan Rus Çan Grandük
NİKOLA,. İngiltere’ye başvurarak İtilaf Devletlerinin hemen Türkiye’ye karşı
karadan veya denizden bir cephe açmalarını istemiştir.İşte bu gibi düşünceler
çerçevesinde İngiliz Harp Kabinesi, CHURCHİL’in baskısıyla Çanakkale
Cephesi’nin açılmasına karar verdi.Bu karar üzerine MONDROS’ta bulunan
İngiltere’nin Akdeniz donanmasının Baş Komutanı Amiral CARDEN’in düşünceleri
soruldu. CARDEN : “Bir ay içerisinde Marmara Denizi’ne çıkılabileceğini
belirterek bu maksatla hazırladığı dört aşamalı plânını 15 OCAK 1915’te
LONDRA’ya gönderdi. “Harp Kabinesi, Şubat’ta ÇANAKKALE Boğazı’nın denizden
zorlanarak geçilmesine karar verdi ve bu husus Amiral CARDEN’e bildirildi.Bu
karardan Fransızlar da memnun kalmışlardı. İSTANBUL’U tek başına İngilizlerin
ele geçirmesini istemiyorlardı. Bu nedenle kendilerinin de bir filo ile bu
harekata katılacaklarını bildirdiler.Ruslar ise bu yeni cephenin Çanakkale
Boğazı’ndan açılmasına hiç memnun olmadılar. Çünkü İngiliz ve Fransızların
Rusya’dan önce İstanbul’a girmeleri, Çarlığın bütün Ortadoğu politikalarına ve
sıcak denizlere inme siyasetlerine ters düşmekteydi. Ruslar bu maksatla
Karadeniz kıyılarında hemen bir kuvvet teşkil ederek İstanbul Boğazı’na çıkma
hazırlığına girmişlerdir.Sonuç olarak Almanların teşvikleriyle Osmanlı Orduları
2 Şubat 1915 tarihinde Sina’yı geçerek Süveyş Kanalı’na taarruza
geçti.Almanların amacı İngiliz kuvvetlerinin Mısır cephesine bağlı kalarak
Avrupa’ya nakledilmesini önlemekti. Yapılan bu Kanal Seferi Osmanlılar için
hezimetle sonuçlanmıştır. İngilizler, bu cephede ferahlayınca Çanakkale’de
kullanılmak üzere buradan bir Kolordu kuvvetlerini tasarruf edebilme imkanına
kavuşmuşlardır.Görülüyor ki Almanların telkiniyle Rusları KAFKASYA’da,
İngilizleri MISIR’da tutmak maksadını güden, SARIKAMIŞ ve KANAL harekâtı
başarısızlığa uğradığı için düşmanlarımız hem Almanya Cephesi’ne ve hem de
Türkiye’nin can evine yönelen (Çanakkale Boğazı’na) yeni yeni kuvvetler sevk
etmeye imkân bulmuştur.Bu olayların ardından ÇANAKKALE Savaşlarının İtilaf
Devletlerince kaybedilmesi sonucunda Rusya’ya yardım yolunun açılamaması,
İtilaf Devletlerinin Rusya’ya yardımlarını ve takviyelerini mümkün kılmamış ve
yokluk içinde kalan Rusya’da Bolşevik İhtilali çıkmış, Dünya’nın ilk kez
Komünist Rejimiyle tanışmasına sebep olunmuştur. (1917 senesinde Rus İhtilali
sonunda Çarlık; Brest-litovks Andlaşmasıyla EKİM ayında savaştan
çekilmiştir.)Çanakkale Boğazı’ndaki deniz harekâtını başarıya ulaştıramayan İngiltere
ve Fransa, Mısır’da oluşturmaya başladıkları Anzak (Avusturalya-Yeni Zelanda)
kolordusunu takviye ederek (Birer İngiliz ve Fransız Tümeni ile) 64 bin kişilik
bir kuvvet meydana getirdiler. Kararlan; Deniz kuvvetlerinin desteğinde karadan
taarruzla Gelibolu üzerinden İstanbul’a ulaşmaktı.
ÇANAKKALE BOĞAZI’NIN COĞRAFİK MEVKÜ: (KROKİ-1’e
bak)Çanakkale Boğazı; KARADENİZ’İ, İSTANBUL BOĞAZI ile MARMARA üzerinden EGE’ye
ve oradan da açık denizlere bağlayan Türk boğazlarından biri olup
Lapseki-Kumkale arasındaki uzunluğu 52 km. dir. En geniş yeri Erenköy
Körfezi’nde 7.5 km. ve en dar yeri ÇANAKKALE-KİLİTBAHİR arasında 1200
mt.dir.Çanakkale Boğazı, tarih boyunca Venedikliler, İranlılar, Romalılar,
Bizanslılar, Selçukluların işgallerinde kalmış ve nihayet 1356’da Osmanlılar,
Gazi Süleyman Paşa Komutasındaki “İlk Osmanlı akıncı müfrezesiyle” Gelibolu’nun
kuzeyindeki NAMAZGAH tepeye baskın tarzında çıkarak Türk Sancağı’nı Avrupa
kıtasının bu kenarına dikmişler ve bu tarihten sonra Osmanlıların Balkan
fütuhatları başlamış ve Boğaz günümüze kadar kesintisiz olarak Türk
egemenliğinde kalmıştır.
ÇANAKKALE BOĞAZI’NIN STRATEJİK VE JEOPOLİTİK ÖNEMİ:ÇANAKKALE
ve İSTANBUL BOĞAZLARI kuşkusuz tek başlarına büe büyük birer Jeopolitik ve
Stratejik önem taşırlar. Ama her iki boğazın tek bir devletin egemenliğinde
bulunmasıyla bu önemleri katbekat artarak olağan üstü bir durum kazanır.Bu
değerleri ve önemi özetlemek mümkündür.1 – Karadeniz’e kıyısı olan devletler
ile Akdeniz’in kıyı devletleri arasındaki her türlü ilişkiler (ticari, siyasi,
ulaşım, vb.) konularla ilgili faaliyetler için bu her iki boğaz, hayati önem
taşımaktadır. Özellikle bir savaş halinde bu boğazları elinde bulunduran
Türkiye, bu her iki denizin kıyısında yaşayan devletlerin yukarıda
sıraladığımız karşılıklı münasebetlerinde kesinlikle söz sahibi durumundadır.2
– Türk Boğazları, Karadeniz’i Akdeniz’e ve dolayısıyla Atlantik Okyanusu’na
bağlayan deniz ulaşımının en önemli iki kilidini oluşturur.3 – Bu Boğazları
elinde bulunduran devlet, Karadeniz kıyı devletlerinden Rusya’nın, Ukrayna’nın
Bulgaristan’ın, Romanya’nın, Gürcistan’ın Karadeniz’de bulunan donanmalarını
Dünya denizlerinden tecrit eder ve bu ülkelerin Akdeniz’de gösterecekleri bütün
etkileri ve faaliyetleri engeller.4 – Türk Boğazlarının günümüzde Batı Bloku
(NATO) savunma manzumesi içinde kalması Kafkaslar ve Balkan Devletleri ile Rusya
ve Ukrayna’nın sıcak denizlerle irtibatını keser böylece Baü Bloku
Devletlerinin Akdeniz Harekât alanına ayıracakları deniz kuvvetlerinde
tasarruflar sağlar.5 – Boğazlara egemen olan devlet Ortadoğu petrol alanlarını
ve Hint Okyanusunu Süveyş yoluyla Akdeniz’e ve Avrupa’ya bağlayan en ekonomik
deniz yolunu kuzeyden (Karadeniz Devletlerinden) gelecek deniz tehditlerine
karşı korur.6- Balkanlardan, Anadolu’ya yönelecek askeri bir harekatta
Trakya’yla Anadolu arasında etkin bir savunma hattı oluşturur.7 – Boğazlardan
her hangi birini kaybeden Türkiye’nin genel savunma gücü sarsıntıya uğrar.
İstanbul gibi her yönden çok önemli ve değerli bir şehir ile birlikte Kocaeli
ve Gelibolu Yarımadaları tehlikeye düşer.8 – Türkiye’nin savunmasıyla Batı
Bloku’nun savunması, stratejik anlamda ve alanda bir bakıma Boğazlardan geçen
deniz yolunun kontrolü ile mümkündür. Türkiye ve Batı (NATO) Bloku, Boğazları
savunamadığı takdirde hasım devletlerin Karadeniz Donanması, Akdeniz’e inerek
bu denize kıyısı olan bütün devletlerin, Ortadoğu ülkeleri ile Kuzey Afrika
devletlerini etkisi altına alabilir. Aksi durumda da hasım Karadeniz devletleri
bu imkandan yoksun kalır.
18 MARTTAN ÖNCE ÇANAKKALE BOĞAZI’NDA TÜRK SAVUNMA DÜZENİ:
Birinci Dünya Savaşı daha başlamadan önce HAZİRAN-1914’de
bir Alman tahkim heyeti tarafından boğazdaki topçu bataryaları ve tabyalar
incelenmiş ve mevcut 32 batarya 22’ye indirilmiş, ayrıca topların çaplarına ve
menzillerine göre dağılımı ve mevzilendirilmeleri yeniden düzenlenmiş,
savunmanın kuvvet çoğunluğu Boğaz’ın içine ve orta bölgelerine alınmıştır.Bu
sırada Çanakkale Müstahkem Mevki Komutanı Alb. Cevat Bey ve Kurmay Başkanı’da
K. Yrb. Selahattin ADİL Bey’dir. Boğazlar Komutanlığına da Alman Amirali UZEDUM
atanmıştır.Bölgede Almanların 26 Subayı ile 432 Eratı vardır. Bunlardan bir
kısmı Çanakkale’ye gelmiş ve Hamidiye Tabyası’nda görevlendirilmiştir. Alman
Korvet Kaptanı VOSÎTO komutasında bir kara topçuluk kursu açılmış, eksiklikler
tamamlanmış, Alman torpido kaptanının idaresindeki Alman mayın ekibi de Türk
mayıncılarına yardımcı olmuşlardır.Eğer bu boğaz seri ateşli ve uzun menzilli
ağır topçu ve bol mayın ve deniz altı ağlarıyla daha da pekiştirilebilseydi bu
savunma gücü kuşkusuz çok daha artırılabilecekti. Ancak elde mevcut olanlarla
yetinilmek zorunda kalınmıştır.Boğaz savunmasını güçlendirmek amacıyla,
Mesudiye Zırhlısı’ndan sökülen ağır toplar, Anadolu kıyısında ki “Mesudiye
Tabyası’na” konulmuştur. Zırhlı ise KEPEZ ile ÇANAKKALE arasında ki SARISIĞLI
mevkiine demirletilmiş ve mayın tarlaları ile belirli bir bölgeyi koruyacak
şekilde “Set Bataryası” olarak kullanılmak üzere KEPEZ ile Dardanos
Bataryalarına yardımla görevlendirilmiştir. Ancak bu zırhlı, savaşın ilk
anlarında torpillenmiş, su bölmeleri de olmadığından yana yatarak batmıştır.
Boğaz’da yerleştirilen topların bir kısmı da Edirne Müstahkem Mevkii’nden
getirilmiştir.Mayınlama için, Trabzon kıyısındaki Ruslardan kalma mayınlar ve
İzmir sularındaki Fransız ve Balkan Savaşı’ndan kalma Türk mayınlarından
yararlanılmıştır.Tabyalar, çevreleri taş ve topraktan yapılmış, cephanelikler
ve erat sığınaklarının bir kısmı toprak altına alınmıştır.Bölgedeki bütün
toplar çoğunlukla kısa menzilli ve ağır ateşli toplar idi.Çanakkale Savaşı’nın
savunma tertibatı, Boğaz’ın savunması, 3 bölüm halinde derinliğe doğru şu
şekilde düzenlenmiş idi. (Kroki-2’ye bak)
1 – Dış Savunma Bölgesi: Boğaz’ın Ege tarafındaki giriş
yerinde 4 tabyadan oluşmaktaydı. Bunlar: ORHANİYE-KUMKALE-SETTÜLBAHİR ve
ERTUĞRUL tabyalarından ibaret idi. Buradaki topların sadece 4 adedi büyük gemilere
ateş edecek çap ve menzile sahip olup, seri ateşli idiler. Bu tabyaların görevi
düşman donanmasını Boğaz’a girmeden önce zayiata uğratmak ve derinlikteki
tabyaları ileriden korumaktı.
2 – Orta Savunma Bölgesi: Boğaz’ın içinde KARANLIK LİMAN’dan
(Erenköy önlerinden) Kepez’e kadar olan kısımda önceleri Kepez ve Dardanos’tan
başka tabya yok iken, daha sonra 7 tabya ile takviye edildi. Bunlar:– Anadolu
kıyısında : KEPEZ, DARDANOS, MESUDİYE ve CEVAT PAŞA tabyaları.– Rumeli
kıyısında: TANKER, BAYKUŞ, KUMBURNU tabyaları. Bu her iki kıyı tabyalarında
ağır toplar mevzilendirilmişti.
3 – İç Savunma Bölgesi: Bu bölgede 9 tabya vardı.– Anadolu
kıyısında : NARA, MECİDİYE, ÇİMENLİK, ANADOLU HAMİDEYESÎ-tabyaları.– Rumeli
kıyısında: YILDIZ, DEĞERMENDERE, NAMAZGAH, RUMELİ HAMÎDÎYESÎ ve MECİDİYE
tabyaları.Bu tabyalarda toplam 59 ağır top vardı. Bunların ancak 8’i büyük
çapta ve seri ateşliydi. Boğaz’ın en çok tahkim edilen ve mayınlarla
pekiştirilen bölgesi burasıdır. Çünkü burası aynı zamanda boğazın daralar
yöresidir. Bu bölgede savunma çökertilirse İstanbul yolu tamamen açılmış
olacaktır.Yukarıda sıraladığımız her üç savunma bölgesinde Oniki’si seri
ateşli, toplam 109 adet orta ve ağır top vardı. Ayrıca 48 adet hafif ve orta
top daha vardı ki bu toplardan 63 adedi savaşa girişimizden sonra Almanya’dan
getirilmişti. Diğerleri boğaz tahkimatında mevcut idi.Boğaz’daki topların tüm
mevcudu 170 adedi bulunuyordu. Bunların ancak 8 tanesinin menzili 15 km. ye
ulaşmaktaydı. Diğerlerinin menzilleri 7-10 km. arasında değişmekteydi. Savunma
hazırlıkları sırasında mayın hatları takviye edilmiş toplam 407 mayın
kullanılmış, bunlarla 10 mayın kuşağı yapılabilmişti. 8 adet ışıldak bu mayın
kuşaklarının aydınlatılmasına görevlendirilmişti.7.5’luk bir kısım ALMAN Krup
topu uçaksavar olarak hava taarruzlarına karşı mevzilendirilmişti.Alman topçu
uzmanları topların çoğunu Boğaz girişinde mevzilendirmeyi düşünüyorlardı. Oysa
ki, düşman donanması uzun menzilli toplarıyla kıyıdaki bu toplarımızın menzili
dışında kalarak mevzilerimizi rahat rahat dövebilecekti. Nitekim öyle de oldu.
Türk komutanları topçularımızın çoğunu orta ve iç savunma bölgelerine
yerleştirerek, Boğaz’ın daha etkili ..olarak savunulmasını
sağlamışlardır.Harekât başladıktan sonra gelişmelere paralel olarak 48 hafif
toptan çoğu, orta savunma bölgesinde set bataryaları olarak görevlendirilmişti.
18 MARTTAN ÖNCE BOĞAZ’A YAPILAN DENİZ TAARRUZLARI:
İlk Deniz Savaşı : (Boğaz’a karşı icra edilen keşif taarruzu
şeklinde yapılmıştır.) 3 KASIM 1914 günü 3 İngiliz Zırhlısı ve 2 Kruvazörü
Rumeli kıyısına karşı ve 2 Fransız Zırhlısı da Anadolu kıyısındaki Boğaz’ın
giriş tabyalarını 20 dk. süre ile ateş tufanına boğmuştur. Bu bombardımanda dış
tabyalarımız büyük bir yıkıntıya uğramış ancak daha sonra kısa bir sürede
Mehmetçiklerimiz tarafından onarılmıştır. Bu kısa savaş, açık denizlere bakarı
dış tabyalara fazla bel bağlamanın doğru olmadığı düşüncesini
kanıtlamıştır.İtilaf Taarruz Planı: itilaf Devletleri Akdeniz Başkomutanı
Amiral CARDEN’in, 15 Ocak 1915 tarihinde yaptığı 4 aşamalı taarruz planına göre
boğaz bir ay içinde geçilmiş olacaktı. Buna göre birinci aşamada dış savunma
tabyaları imha edilerek ortadan kaldırılacak; ikinci aşamada orta savunma
tabyaları ve üçüncü aşamada iç savunma tabyaları yok edilecek; 4’ncü ve son
aşmada ise boğazda arta kalan mayınlar, temizlenecek, boğaz emniyet altına
alınarak Marmara Denizi’ne çıkılacak ve İstanbul’a girilecekti. Boğazın kara
bölgesinde güvenliğini sağlamak üzere MİDİLLİ’de yeterince kara kuvveti
toplanacaktı. Bu plân kağıt üzerinde çok güzel ve uygulanabilir görülüyordu.
Hatta bazı aceleci İtilaf komutanları, Boğaz’ın geçişi için öngörülen bir aylık
süreyi çok uzun bulmaktaydı. Ne var ki Mehmetçiğin inanç, inat ve cesaretle
kenetlenmiş savaş azmi ve Türk komutanlarının kararlılıklarını kağıt üzerine
çizmek mümkün olmamıştır. Boğaza yapılan bu ilk saldın Türk savunmasını bir
yoklama, bir deneme ve keşif niteliğinde yapılmıştır. O gün geriye çekilen
zırhlılar daha bir çok deneme yapmak üzere saldırılarına devam edeceklerdir.
1915 ŞUBAT AYINDAKİ DENİZ TAARUZLARI:
19 – 25 ŞUBAT SAVAŞLARI:Yukarıda açıklanan plânın birinci
aşamasının uygulanmasına 19 ŞUBAT günü güzel bir havada başlandı. Bu kez
saldırıya tam 9 zırhlı ve kruvazör katılıyordu. Bunlardan 6’sı İngiliz 3’ü
Fransızlara ait idi. itilaf donanması süzüle süzüle Boğaz’a yaklaşmaya başlamış
ve saat tam 09.36’da Boğaz girişindeki tabyalarımızın üzerine ateş kusmaya
başlamıştır. Bu harekât sırasında hava bozmuş, deniz kabarmış ve-sertleşmiş ve
bu nedenle düşman donanması umduğu derecede büyük tahribat yapamamıştı.Saldırı
için hazırlanan bütün düşman gemilerindeki top sayısı (hepside en son sistem
olmak üzere) 247’yi buluyordu. Bunlar, Boğaz girişindeki tabyalarımızdaki 19
adet topumuzun menzili dışında durarak ağır mermileriyle mevzilerimizi dövüyordu.
Bu durum bir boksörün, kollan bağlı bulunan hasmıyla dövüşmesine benzemekteydi.
Menzilleri yeterli olmadığı için gereken cevabı veremeyen Türk tabyalarının bu
suskunluğundan cesaretlenerek ileri atılan düşman zırhlılarından bazıları
Mehmetçiğin kol mesafesine girince hak ettiği darbeleri aldı. Hasara uğratılan
3 düşman zırhlısı çareyi kaçmakta buldu. Ama bunlar bir vuruşta öldürülecek
cinsten değildi. Donanma, geri çekilme karan aldı ve kıyılarımızdan açılarak
açık denizlerin güvenliğine sığınarak havanın yatışmasını beklemeye başladı.Bu
saldırılarla giriş tabyalarımızdan 4’ü (ERTUĞRUL, SETTÜLBAHIR, KUMKALE ve
ORHANÎYE) tahribata uğratılmış, ama toplarımızın tamamı sus-durulmadığı için 20
ve 25 ŞUBAT 1915 günleri güzel havayı kaçırmak istemeyen bu deniz ejderlerinin
sayısı artırılarak saldırılarını tekrarlamış ve bu arada KUMKALE ile
SETTÜLBAHIR kıyılarına yoğun ateş desteği altında çıkanları küçük tahrip
timleri bu tabyalarımızı işe yaramaz hale getirmişlerdir.Düşman saldırı
plânının birinci aşaması bu savaştan sonra tamamlanmıştır. Üç düşman
zırhlısının hasara uğratılmasına karşı 19 topumuzu kaybetmişti.Bu harekâtı
Amiral CARDEN’in yardımcısı De ROBECK yönetmekte idi. Boğaz girişindeki
tabyalarımızın artık ateş edemeyecek bir durumda olduğunu gören De ROBECK mayın
tarama gemilerini boğazdan içeriye 5 mil kadar sokmuş ve yaptırdığı keşif
sonunda herhangi bir mayına rastlanmadığı hususunda rapor almıştı. Bu haber
Başkomutan Amiral CARDEN’e hemen ulaştırıldı. Amiral o günkü kazancını
başarının bir ölçeği olarak kabul edip harita üzerinde pergelini açarak
İstanbul’a kadar olan mesafeyi ölçtükten sonra oturduğu koltukta arkasına
yaslanarak derin bir nefes almış, LONDRA’daki Amirallik Dairesi’ne şu mesajı
çekmiştir: “Yaklaşık 14 gün içinde İstanbul’a varmış olacağımızı tahmin
etmekteyim.” Bu rapor güzeldi hoştu ama kıyılan bekleyen Mehmetlerin azim ve
cesaretleri gene hesaba katılmadan yazılmıştı.18 ŞUBAT taarruzlarında Boğaz
girişindeki savunma hattımızı oluşturan tabyalarımızın düşmesi bazı önemli
siyasal sonuçlarda doğurmuştur. Şöyle ki:Hâlâ tarafsızlığını sürdüren İTALYA,
İtilaf Devletlerine daha sıcak bakmaya başlamış, BULGARİSTAN’ın yüzü,
ALMANYA’ya dönük iken bu durum üzerine çekingen bir hal almıştır.Rusya,
Karadeniz Boğazı’na 40 Bin kişilik bir kuvvetle çıkmayı önermiştir. Çünkü daha
önce LONDRA’daki patronların hakemliğinde yapılan “Osmanlının bölüşülme
plânında” İSTANBUL ve yöresi Ruslara bağışlanmıştır. Gerçi o zaman öyle
gerekiyordu ama şimdi durum daha başkaydı. İstanbul ve Çanakkale Boğazlan Hindistan
yolunun güvenliği için İngiltere’nin kontrolünde bulunmalıdır. Diğer yandan da
Rusya, şimdi kendi canının derdine düştüğünden ses çıkaracak hali de
kalmamıştır. Ayrıca İstanbul ve Boğazların Ruslara hediye edilmesi, Fransa’nın
Ortadoğu hegemonyasına ters düşmekteydi. Şu sırada ortaya güzel bir fırsat
çıkmıştır. Voleleri iyi kullanmakta usta olan İngiliz Politikacıları bunu
değerlendirmeliydi. Zaten Avrupa cephesinde Alman baskısına dayanamayan
Rusya’nın imdat diye bağırmaktan sesi kısılmak üzereydi. Bir taşla iki, hatta
üç kuşun vurulacağı çok iyi bir fırsat çıkmıştır. Bu kaçırılmamalıydı.Boğazlar
aşılmalı, İstanbul’a girilmeli, ve Osmanlı İmparatorluğu’na böylece diz
çöktürüldükten sonra Rusya’nın istediği yardım malzemelerini bu yoldan
göndererek bir yandan dostluk görevi yerine getirilirken diğer yandan da Alman
cephelerinin doğusundan ve batısından taarruza geçilerek onun da işi
bitirilmeliydi.
26 ŞUBAT 1915 SAVAŞI:Boğaz girişindeki tabyalarımızın
susturuluşundan sonra Amiral CARDEN’in yaptığı plânın ikinci aşamasının
uygulanılmasına sıra gelmiştir. Bu maksatla 26 Şubat sabahı İtilaf donanması,
bu kez biraz daha güçlendirilerek Boğaz’ın “Orta Savunma Bölgesine karşı
kesintisiz olarak 8 saat sürdürdüğü bir ateşle saldırıya geçmiştir.Orta savunma
bölgesinin her iki kıyısından Türk savunmasının esasını gezgin, hafif
bataryalar oluşturmaktaydı. Kuşkusuz savunmanın bel kemiğini her iki kıyıdaki
mevcut tabyalarımız teşkil etmekteydi. (Kroki – 2’ye bak)Gezgin hafif
bataryaların çoğu kıyıya bakan ilk sırtların hemen gerisinde
mevzilendirildikleri ve yerlerini de düşman gemilerinin boğazdaki pozisyonuna
göre sık sık değiştirdikleri için, düşman tarafından yerlerinin saptanması çok
zor olmaktaydı. Bu günkü savaşta oldukça fazla mermi yakılmıştı. Topçularımız
çok kısıtlı olan mermilerini büyük bir dikkatle kullanıyor, üstün disiplini,
yüksek eğitimi ile kısıtlı atışlarla düşman zırhlılarının ensesinde adeta boza
pişiriyordu. îtilaf donanması Boğaz’dan içeriye girdikçe gemilerin güverteleri,
nereden geldiği belli olmayan mermi tarakaları ile inliyor, düşman şaşkınlık
içinde kalıp bocalıyordu. Buna rağmen donanmanın çok üstün ateş gücü karşısında
boğazın orta savunma bölgesi önemli derecede tahribata uğratılmıştı.Saldın
planının ikinci aşamasını teşkil eden bu günkü savaşlarda îtilaf donanması
Boğaz’da şöyle-böyle tutunabilmişti. Sıra artık, planın üçüncü aşamasını
uygulamaya gelmişti. Bu aşamada mayınlar temizlenecek, iç savunma bölgesindeki
tabyalar tahrip edilecek ve MARMARA’ya çıkılacaktı. Bu amaçla, îtilaf donanması
toplayabildiği bütün gücüyle Boğaz’a yüklenecek ve düşündüğü son darbeyi 18
MART ‘da indirmeyi deneyecektir.
18 MART ÖNCESİ DURUM26 ŞUBAT’tan bu yana bütün
hazırlıklarını bu yönde tamamlamış bulunuyordu. Bu savaşlara tarihçiler
ÇANAKKALE Deniz Savaşları demiştir. Oysa ki mayın harekatı hariç bu savaşlar
baştan sona donanmayla kara topçusu arasında cereyan etmiştir.Ayrıca, tarih
yazarları bu kadar dar bir su parçası üzerinde; karşısında hiçbir düşman gemisi
bulunmadığı halde böylesine büyük bir donanmanın bu tür bir savaşa ilk kez
katıldığını belirtmişlerdir.Çanakkale Boğazı’nda devam eden deniz savaşları
adeta sahnede oynanan bir oyun gibi olmuştur. Çünkü boğazın her iki yakasında
her hangi bir tepe üzerinde duracak bir kimsenin, savaşın bütün detaylarını
sonuna kadar görüp seyredebileceği bir tarzda cereyan etmiştir.18 MART
saldırısına kadar hava, hemen hemen devamlı olarak bozuk gitmiş, İtilaf
donanmasına kıyılarımıza sokulma olanağını vermemiştir. Türk ordusu bu
fırsattan çok iyi yararlanmış, yıkılan tabyalarını onarmış, toplarının
bakımlarını yapmış, ve yeni takviyeler getirmeyi başarmıştır.Bu dönem
içerisinde îtilaf Devletleri donanmanın tek başına Boğaz’ı düşüremeyeceğini
anlamaya başlamış ve deniz harekatına paralel olarak karadan da müdahale edecek
şekilde kara kuvvetlerini LİMNİ ADASI’NA yığmaya başlamıştır. Bu defa iş sıkı
tutulmalıydı. Bu maksatla MISIR’da bulunan İngiliz Generali MAXVELL’e de
emirler gönderilmiş “Ortadoğu harekat alanındaki bir çok kıtaların emrine
verildiği” bildirilerek bunların “Çanakkale’ye şevke hazır tutulmaları”
istenmişti. Bütün bu kuvvetlerin komutanlığına da HAMILTON tayin olmuştur.Bu
arada “Akdeniz İngiliz Donanması Başkomutanı “Amiral CARDEN bu güne kadar
cereyan eden savaşlardan dolayı sinirleri iyice bozulmuş ciddi olarak sağlığını
kaybetmiştir. Kendisini asıl bunalıma iten sorunların başında Boğaz’da günün
her saatinde mevzi değiştiren ve ele avuca sığmayan Türklere ait hafif set
bataryalarının hırpalayıcı ateşleriydi. Yoğun deniz bombardımanıyla tam
susturuldukları sanılan bu bataryaların bir kaç saat sonra başka bir yerde
yeniden ateşe başlamaları amirali çileden çıkarmaya yetiyordu. Bu ve benzer
olaylar nedeniyle düştüğü asap bozukluğu içerisinde görevinden affedilmesini
istemekteydi. Oysaki son üçüncü aşamaya ait plan, bir kaç gün içinde uygulamaya
koyulacaktı. Doktorlar kendisini muayene ettiler ve “Ruhsal Çöküntü” tanısıyla
derhal İNGİLTERE’ye geri gönderilmesinin uygun olacağı yolunda raporlarını
verdiler. Amiral LONDRA’ya durumu bildirerek İNGİLTERE’ye döndü.17 MART 1915
günü, Amiral CARDEN’in yardımcısı, Amiral De ROBECK ertesi günü girişilecek
son, büyük ve kesin taarruzun komutanlığına getirilmişti. Onun başkanlığında 17
MART günü yapılan son toplantıda 18 MART harekatı bir kez daha gözden
geçirildi.
18 MART 1915 SAVAŞI: (Kroki-3’e bak)18 MART 1915 günü,
bundan 80 yıl önce Çanakkale’de ufukları ümit ve zafer neşesi kaplayan bir
fecir daha söktü. Dardanos’un toprak kümbetinden ufku gözetleyen Mehmetçik,
sayısı 18’e ulaşan çelik gömlekli hayaletlerin, enginlerin buğusunda helecanlı
siluetler çizerek Boğaz’a yaklaştığını görüyordu.Okyanusların bu fütursuz
aşinalarına Türk topçusu toprak tabyalarından mert ve asil bir karşılık daha
hazırlamakla meşguldü.Bu çelik hayaletlerin içinde, adını taşıdığı kraliçe gibi
haşmet ve güvenle ilerleyen QUEEN ELIZABETH zırhlısı, Marmara’dan kopup gelen
MART rüzgarının serin teması ile mest olmuşa benziyordu.